Memur bir babanın kızı olduğun için üniversiteye başlayana kadar tüm yaşantım yolculuklarla geçti. Eskiden yani küçükken çok anlamazdım bu kadar çok yer değiştirmenin ne demek olduğunu. Ancak ilk gençliğimle birlikte alıştığım yerleri ve insanları bir daha görüp göremeyeceğini bilemeden ardında bırakmak çok zoruma gitmeye başlamıştı. Bir yerde başladığım birşeyi aynı yerde bitiremedim. Tüm okul hayatım boyunca lise bitene kadar başladığım okulu aynı yerde bitiremedim. İlkokula Balıkesir'de başladım, Gökçeada'da bitirdim. Ortaokula Gökçeada'da başladım, Mardin'de bitirdim. Liseye Mardin'de başladım ve Ankara'da liseden mezun oldum. Başladığım bir şeye gittiğimiz yeni yerde devam etme şansım hiç olmadı. İlkokulda yüzmeye başladım. Çok da iyi yüzüyordum, yaşıtlarımın değil lisenin en uzun kızıydım. Devam edebilseydim eminim birşeyler yapabilirdim ama Mardin'e gittik. Ortaokulda basketbola başladım 2 yıl oynadım; çok da iyiydim. Ancak Mardin'de kız basketbol takımı olmadığı için voleybola başladım ve 2 yıl oynadım. Gitar dersi almaya başladım tayinimiz çıktı ve yarım kaldı. Ben hep birşeylere başladım, iyi de yaptım ama hep yarım kaldı daha ileri gidemedim. Gerçi bunun faydasını da ileride çok gördüm. Ben değişiklilere kolay adapte olur ve çabuk uyum sağlarım. Hiçbir zaman bir yerde, bir şeyde ve birisinde takılıp kalmam, bitti ise ve bendeki zamanını doldurduysa ve daha ileri gidemiyorsa, ben de yeniden yeni birşeylere devam ederim, takılıp kalmam. Eski okul arkadaşı ya da mahalledeki çocukluk arkadaşı ile hala arkadaş olanları hep kıskandım. Benim de vardı çocukluk arkadaşlarım ama şimdi nerelerdirler kimbilir? O günlerde kendime bir söz verdim. Hep aynı şehirde kalacak burada üniversiteyi okuyacak, mezun olacak, evlenecek, aynı evde oturacak ve yaşlanacaktım. Ve evet bu sözümü tuttum ve hala aynı şehirde yaşıyorum.Lise son sınıftan ve üniversiteden eski arkadaşlarımla hala görüşüyoruz. Ortaokuldan çocukluk arkadaşımı da buldum; hala çok iyi dostuz ve görüşüyoruz. Bir yere yerleştim sonunda. 20 yıl aynı işte çalıştım, 20 yıldır hala aynı evde oturuyorum ve aynı spor salonuna gidiyorum. Çok can ve yılların eskitemediği eski dostlarım var. Bu bir yere ait olma - yerlisi olma -duygusunu çok sevdim.
Ama yetmedi, bir şeyler huzursuz etti içimi, hep yapmam gereken bir şey daha var hissi oldu. Bulduğum ilk fırsatta yeni bir yerlere gitme ve yeni insanlarla tanışma isteği her zaman içimde varoldu. O günlerde bilmediğim şey gezgin olmanın benim ruhuma işlediğiydi. Evet ben bir gezgindim. Seyahat etmeyi ve gezmeyi herkes sever. Ama seyahati, gezmeyi sevmekten biraz farklı bu durum. Ben gittiğim her yeri oranın yerlisi gibi yaşayarak gezmekten hoşlanırım. Onların ulaşım araçlarını kullanmayı, tüm sokaklarında elimdeki kahvemi içerek etrafı seyrederek saatlerce dolaşmayı, yorulduğumda parklarında ve bahçelerinde oturup yorgunluğumu atmayı, seyyar satıcılarından alışveriş yapmayı, orada yaşayan insanların yedikleri restoranlarda onların yemekleri yemeyi severim. Hiçbir zaman gittiğim bir ülkede Türk lokantası arayıp orada yemek istemedim. Tabii ki Türk lokantası var mı diye bakıyorum ama sadece gerçekten sahipleri Türk mü ve Türk yemekleri mi servis ediyorlar diye... Gittiğim her yerde mutlaka yerel tüm değişik tatları ve lezzetleri tadına bakarım, yaşamlarını anlamak için. İmkanım olursa oranın yerel birasını ya da şarabını içmek isterim. Bunu da turistlerin gittiği yerlerden çok, yerel halkın gittiği restoranlarda, cafelerde yapmaktan hoşlanırım. Eğer pazarı varsa dolaşır ve daha önce hiç görmediğim renklerin ve tatların keyfini çıkarıp yeni bir bakış açısı kazanmaya çabalarım. Onların davranış biçimlerini inceler ve anlamaya çalışırım.
Bir yere gideceksem önceden mutlaka araştırma yapar ve bir dosya hazırlarım kendime. Kalacak yeri seçerken, güvenli bir bölgede, özellikle merkezi bir yerde, metro ve tren istasyonlarına yakın olmasına özen gösteririm. Eğer fiyat/güvenlik arasında kalırsam, mutlaka güvenli ve merkezi olanı, pahalı da olsa tercih ederim. Eğer lüks olursa çok da bayılırım. Çünkü otel de olsa orası seyahatim sırasında kendimi evimdeki gibi rahat ve güvende hissedeceğim bir yer olmalı. Oteli sadece konaklamak için kalınan bir yer diye düşünmem. Eşyalarım ve benim olduğum yer özelimdir ve öyle davranılmasını isterim. Özellikle zincir otelleri çok seviyorum, kendimi hep iyi ve evimde gibi hissettiriyorlar.
Gideceğim yerde tarih, kültür, tabiat açısından özgün ve güzel olan, oraya özgü görülmesi gereken yerlerin listesini çıkarırım. Buralara otelden nasıl gidileceğini araştırıp, en hesaplı ve keyifli şekilde nasıl gezeceğimi belirlerim. Metro ve şehir haritasını inceler ve güzergahları belirlerim. Oraya özgü alışveriş yapılacak neler var öğrenirim ve eğer almaya değecekse mutlaka alırım. Benim için olmazsa olmazlar magnetler ve kahve fincanlarıdır. Gittiğim her yerin şehrin magnet ve kahve fincanı koleksiyonum var.
En keyifli olanı ise yeni yeme-içme kültürü... Gideceğim yerde özellikle ne yenir öğrenirim. En güzellerinin nerede, ne kadara yenebileceğini araştırırım. Ama bazen de dolaşırken gördüğüm ve beğendiğim bazı yerlerde yediğim inanılmaz lezzetlerin olduğunu ve bu gibi kendiliğinden olan süprizlerin de çok heyecan verici olduğunu söylemeliyim. Benim için en güzel tarafı şu; ben hiç yemek seçmem. Güzel görünen, güzel kokan, iyi pişirilmiş, iştah açıcı ve temiz servis edilen her şeyi severim ve yerim. Bazı yemek seçen kişiler için iyi gezgin olamama sebebi bence budur. Çünkü gittiğiniz yeni bir yerde yeme-içmeden zevk almazsınız, oradan da zevk alamazsınız. Tat ve kokuların anılarımzdaki yerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir yerin, insanın veya nesnenin kokusunu veya ilk defa yediğiniz bir şeyin tadını hiç unutamazsınız; ne zaman aynı kokuyu duysanız ya da aynı tadı alsanız hep oraya, o ana geri dönersiniz. Bu da benim gezgin geçmişimin faydalarından birisidir. Bizim evin mutfağında tüm ülkemin yemekleri pişirilmiştir. Canım annecim, gittiği her yerde oranın yerlisi komşularından ve arkadaşlarından değişik yemekler öğrenmeyi ve yapmayı çok severdi. Becerikli bir kadın olduğu için çok da iyi yapardı ve biz de bayıla bayıla yerdik.
Yurtiçinde babamın görevi dolayısıyla gitmediğimiz tek bölge Karadeniz'dir. Ama ben ilkokuldayken annemin en yakın arkadaşı olan komşu teyzemiz Karadenizli olduğu için fasulye turşusu kavurmasından, mıhlamaya, laz böreğinden, hamsili pilava, karalahana dolmasına kadar tadını bilmediğimiz Karadeniz lezzeti kalmamıştı. Melek babacım sayesinde üniversiteye kadar doğusundan batısına kuzeyinden güneyine neredeyse tüm vatanı dolaştık. Konya, Van, Balıkesir, Çanakkale, Mardin ve Ankara rahmetli babamın mesleği nedeniyle yaşadığımız illerdir. Hep arabamız olduğu ve her yaz izine memlekete gdidldiği için, bu rotalar üzerindeki şehirleri de iyi bilirim. O zamanlar daha duble yollar yapılmamıştı ve bu kadar benzin istasyonu da yoktu. Bu sebeple gündüzleri yolculuk yapıp, hava kararınca yolumuzun üstündeki şehirlerde konaklardık. Babacığım bizi mutlaka o şehir hakkında bilgilendirir ve özel bir yeri veya yemeği varsa mutlaka gösterir ve yedirirdi. Ben ilk şalgamı Adana'da ortaokuldayken içmiş, maraş dondurmasını kimseler bilmezken Kahramanmaraş'ta yemiştim. Balıkesir de yaşarken ilkokuldaydım; ilk höşmerimi ve köpük helvayı yemiştim, hala da taparım höşmerime.
Televizyonda eskiden en sevdiğim program "Gezelim Görelim" adlı gezi programıydı. Hatırlar mısınız TRT'de Nuray Yılmaz sunardı. Belki hala da vardır ama artık hem TV hem de TRT seyretmediğim için bilemiyorum. elime kağıt kalemi alır beklerdim nereye gidecek, neleri önerecek diye. Bu programda görüp gittim Mustafapaşa/Ürgüp'e. Bunun gibi birçok örnek verebilirim gezgin ruhumu ortaya çıkaran.
Güneyde Antakya/ İskenderun'dan Antalya'ya, Ege de Fethiye'den Tekirdağ'a kadar (Gökçeada ve Bozcaada Dahil) tüm kıyı şeridini yıllarca dolaştım. Hemen hemen hepsinde kaldım, tatil yaptım, denize girdim, yemeklerini yedim, doğal, tarihi ve kültürel zenginliklerini gördüm. Doğuda Van ve Muş'a gittim, Güneydoğuda Siirt, Batman, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Gazinantep'i bilirim. Marmara Denizinin tüm kıyısını dolaştım. Bütün Ege (İzmir, Manisa, Aydın, Muğla, Uşak, Denzili, Afyon ve Kütahya), Marmara (İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, İzmit, Adapazarı, Yalova, Bilecik, Bursa, Balıkesi, Çanakkale) ve Akdeniz (Hatay, Adana, Kahramanmaraş, Mersin, Antlaya Burdur, Isparta) bölgesindeki şehirlerine gittim, kaldım, yedim içtim, gezdim ve gördüm. Bunu dışında İç Anadolu Bölgesinde Ankara, Konya, Kayseri, Nevşehir, Çorum, Kırıkkale, Çankırı gezip gördüğüm şehirlerdir. Sadece Karadeniz'de Bartın Amasra, Kastamonu ve Ünye'yi gördüm. Karadenizin tamamı görmeyi çok istediğim bir bölgedir hala.
Bugüne kadar hep ailem ve arkadaşlarımla
yaptım seyahatlerimi. Yurtdışı seyahat edeceksem, vize uygulaması benim için
çok belirleyici oldu bugüne kadar. Özellikle kışın Uzakdoğuya seyahati çok
severim. Malezya, Borneo Adası, Tayland, Filipinler ve Hong Kong seyahatleri
yaptım. Kuzey Amerika'yı da çok severim; hemen her mevsiminde gittim. Batıda
Meksika sınırından San Francisco'ya kadar, doğuda Miamiden Boston'a kadar araba
ile gezdim. Avrupa da ise İngiltere ( Londra, İpswich, Cambridge, Oxford,
Birmingham, Liverpol, Manchester- Glasgow (İskoçya) rotasını araba kiralayıp
kızkardeşimle gezdik.), Almanya Münich (iş sebebiyle 8 sene gittim) ve Portekiz'de Lizbon'u gördüm. Avrupa'da çok istememe rağmen vize uygulaması yüzünden
gitmemeyi tercih ettiğim birçok yer ve ülke olduğunu üzülerek söylemek
istiyorum.
Yapılacaklar listemde hala birçok gidilecek ve görülecek yeni yerler ve keşfedilecek yeni hayatlar var... Umarım zamanım ve imkanım olur da gezgin ruhum huzur bulur!